Sen değil misin, üşüyünce, sütünü her zamankinden sıcak içen?
Sen değil misin, battaniyesine sımsıkı sarılıp, pembe yanakları ile uyuyan?
Elleri ile yaprakları araladı, ne kadar da hızlı büyüyordu bu aÄŸaçlar, daha yeni kıştan çıkmışlardı. Bir gecede çiçeÄŸe bürünüyordu aÄŸaç dalları, neÅŸe içinde, pembe gülücükleri ile. Ne zevkli gelmiÅŸti izlemesi bu deÄŸiÅŸimi, yazın toplayacağı meyveleri de düşününce daha çok keyiflenmiÅŸti Åžems. Kıpkırmızı elma aÄŸzını sulandırmıştı. MutfaÄŸa koÅŸtu, masadaki meyvelere bakındı, bir muz alıp, her zamanki gibi aÄŸaç evine koÅŸtu. Küçük sığınağına, aÄŸaçtan çadırına. Babası ile çalışıp yaptıkları bu küçücük ev, dalların üstündeki, odası gibiydi. Çokça da misafiri olurdu, karıncalar, kuÅŸlar, sincaplar. Keyifle muzunu yedikten sonra, resim yapmaya karar verdi, sulu boya yapmaya bayılıyordu, renkler birbirine karıştığı zaman, bir tilki, bir ayıya dönüşebilir miydi? AÄŸaçlar rüzgardan sallandıkça, bir ÅŸarkı fısıldıyor gibi gelirdi Åžems’e, oracıkta, sulu boya kağıtlarının yanına kıvrıldı, uykusu gelmiÅŸti. Ne güzel bir ÅŸarkıydı, aÄŸaçların söylediÄŸi. GüneÅŸ’in batmasına yakın, uyandı, annesinin merak edeceÄŸini düşünerek hızlıca aÄŸacın merdivenlerinden aÅŸağıya indi, ama bir tuhaflık vardı. Evleri yoktu ve uzaktan dört nala koÅŸan at sesleri geliyordu, ve her yerde kar vardı. Nefes alıp verdikçe, sıcaklığını dışarıda görebiliyordu. Ellerini ovuÅŸturdu. AÄŸlamayacaktı. Güçlüydü. ÅžaÅŸkındı. AÄŸaçların arkasına saklandı, atların sesleri daha da yakından geliyordu, atların üstünde ÅŸovalyeler vardı, ama pek iyi birilerine benzemiyorlardı, bazı at arabalarının arkalarında esirler bile vardı. Tüm dikkatini bu yeni hayale vermiÅŸti ki,
Şems sesin geldiği yöne döndü, kendinden en çok bir iki yaş büyük bir kız çocuğu vardı ve kendisini yanına çağırıyordu, sessiz olmasını işaret ederek.
Nell : Sessiz ol ve beni takip et.
Åžems Nell’in sözlerini dinledi ve O’nu takip etti. Nell ise sarmaşıkların altındaki kapağı açtı, yuvarlak bir geçitti burası ve her yeri buzla kaplıydı. Yürümesi oldukça zordu ve çok üşüyordu, biraz ilerledikten sonra önce saÄŸa, sonra sola saptılar, yine sarmaşıklarla kaplı bir kapıya geldikleri zaman, güneÅŸi görebildi nihayet.
Nell ise muzipçe sığınağını yeni arkadaşına gösterdi ve gülümsedi. Şems, şaşkınlıkla çevresine bakındı, ısınmıştı nihayet. Hala ne olduğunu anlayamasa da korkusu geçmişti, ve karşısında gördüğü bu olağanüstü yeri keşfetmek için sabırsızlanmaya başlamıştı. Yine de ilk gördüğü karanlık yer hala kafasını kurcalıyordu.
Şems üstündekileri çıkardı ve karşısındaki göle atladı, çiçeklerin hepsi sadece mavi renkti ve yaprakları yeşildi. Başka renkte hiçbir çiçek yoktu. Ve sadece bir renk daha vardı, çiçeklerin mavi, ağaçların, dalların yeşil olması dışında geri kalan her şey sarı renkteydi. Bu dünyanın renkleri sadece üç taneydi. Bir an acaba gözlerim ne renk oldu diye düşündü, yeşilde karar kıldı.
Nell ise sabırla Åžems’in neÅŸesinin geçmesini ve kendisini dinlemesini bekliyordu. Åžems ise kahkahalarla bu yeni keÅŸfinin tadını çıkarıyordu. KeÅŸke Efe’de burada olsaydı diye düşündü, sonra Nell’e döndü.
Nell : Bak burada daha fazla kalamayız, saklanmamız gerekir, dedi.
Şems : Neden saklanıyoruz, zaten gizli bir yerde değil miyiz? dedi ve çevresine bakındı. İkisinden başka kimse yoktu etrafta.
Nell tekrar kendisini takip etmesini istedi, baÅŸka bir yuvarlak geçitten, oldukça büyük bir odaya geçtiler, burada Nell’e benzeyen bir sürü çocuk vardı, ateÅŸin etrafında toplanmışlardı, aç ve mutsuz görünüyorlardı.
Nell :Merhaba, ben Nell.
Şems : Bende Şems, buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Ağaç evimde uyuya kalmıştım, at seslerini duyunca uyandım, şovalyeler ve esirler gördüm, sonra sen beni çağırdın, sadece yeşil, mavi ve sarı renklerinin olduğu bir yere getirdin, şimdi de buraya. Burası neresi, neden yalnızsınız, neden bu kadar soğuk ve neden mevsimler hemen değişiyor?
Nell : Burası “Kar Ülkesi”. Seni ÅŸovalyelerden deÄŸil, herkesi esir alan kötü adamlardan kurtardım, sarı, yeÅŸil mavi ülkesi bu dünyanın tek ve en güzel yeri, kraliçemizin tek ulaÅŸamadığı yer...
Şems : Kraliçe mi?
Nell : Evet kraliçe, eskiden, çok uzun zaman önce Kraliçemizin üç çocuğu vardı; ilk oğlu Şems, sarı saçlı, neşe kaynağı, ikinci oğlu Rüzgar, mavi gözlü, özgürlük bekçisi, son çocuğu ise bir kızdı ve ismi Su idi, yeşil gözleri vardı, bereketti. Hepimiz de ailelerimizle yaşıyoduk, dünyanın en güzel köşelerinden birisiydi burası, Kraliçe sabahlara kadar çalışıyor, herşeyin en mükemmeli olsun diye uğraşıyordu. Odasına kapandığı zamanlar günlerce çıkmadığı olurdu, bir gün Kraliçenin çocukları teker teker hastalanmaya başladılar, önce neşemiz, sonra özgürlüğümüz, en sonunda da topraklarımızın bereketi gitti. Her yerden doktorlar geldi ama kimse buna çözüm bulamadı. Günlerce başlarında bekleyen Kraliçemiz de yorgun düştü ve yalnızlaştı. Çocukları sadece uyuyorlardı, Kraliçe üzüntüsünden ağlayamaz olmuştu, gün geçtikçe sertleşti, çocuk sesi duymak istemedi, çocuklarının sevdikleri ne varsa hepsini kaldırdı, ne oyun parkı, ne bir boya kalemi, ne de bir oyuncak kaldı bize, çocuksuz bir ülke düşünebiliyor musun? Zamanla Kraliçenin kalbi buzlaştı, kaskatı kesildi, ülkenin her yerinde soğuk rüzgarlar esti, her yeri kar kapladı, sadece bir yer kaldı, çocuklarının en sevdiği yer; mavi, sarı ve yeşil parkı. Kraliçe sadece oraya giremiyor, yine de yakalanmamak için bizde uzak duruyoruz, dedi.
Åžems, hem Kraliçeyi, hemde çocuklarını çok merak etmiÅŸti. Biliyordu ki, O’nu ne kadar durdurmaya çalışırlarsa da, durmayacaktı. Kraliçeyi ve çocuklarını görmeliydi. Buraya gelmesinin bir amacı olmalıydı. Birden Nell, “ben varım” dedi. Åžems sesli mi düşünmüştü yoksa Nell içini mi okumuÅŸtu?
Sıkıca giyinip, çantalarına birer parça ekmek koydular,havanın kararmasını bekleyip yola koyuldular. Sessiz olmaları gerekiyordu ve hızlıca yol almaları. Çok soğuk ve karanlıktı, yeşilliklerin arasında onlarla hareket eden bir şey vardı ve gittikçe yaklaşıyordu.
“İşte!”, dedi Nell, Kraliçesinin ÅŸatosunu göstererek, yaklaÅŸmışlardı. Etrafta kimseler yoktu. Herkes Kraliçe’den o kadar korkuyordu ki, buralara kadar gelmeye cesaret edemezlerdi. Kraliçe’de bunu bildiÄŸi için muhafızlara gerek bile duymamıştı. Sert ve kalpsiz kadının kapısını çalmaya kim cesaret edebilirdi ki?
Şems ve Nell beraber kapıyı açmak için zorladılar, açılmıyordu. İttirdiler, ittirdiler, nihayet aralandığı zaman içeri girdiler. Burası dışarıdan bile daha soğuktu, buz ülkesinin merkezi. İçeride sessizce gezmeye başladılar, yan yana yatan çocukları gördüler, nefeslerini tuttular, ne kadar da güzellerdi. Uyuyorlardı ama üstlerinde buzdan bir örtü vardı. Kendilerini izleyen şeyin ne olduğunu bilmiyorlardı ama orada olduğunu biliyorlardı. Uzakta bir çift göz ile karşılaştılar, onları izleyen.
Nell : Gidelim.
Şems : Hayır, kalalım!
Kraliçe : Neden buradasınız diye sorduğunda, her ikisi de buz kestiler. Sesi, donuk, sevgisizdi?
Şems : Uyandığım zaman, kendimi sizin ülkenizde buldum. Sonra Nell geldi, bana olan biteni anlatınca yanınıza gelmek istedim, çocuklarınızı görmek.
Kraliçe : Gördün, şimdi gidebilirsin.Çevremde çocuk görmek istemiyorum.Ama yanındaki kalacak.
Nell, “ Asla”, diyerek uzaklaÅŸmaya çalıştıysa da Åžems O’nu kolundan tuttu.
Şems : Ne arkadaşım, ne de ben burada kalmayacağız, ama şimdi gitmeyeceğiz. Çocuklarınıza ne olduğunu biliyorum ben. Onlar sizi istiyorlar.
Kraliçe : Nasıl? Ben hep buradayım.
Åžems : Evet ama bu onlar için yeterli olmaz ki, annem mesala oda çalışıyor, gece geç saatlere kadar ama uyandığım zaman bana hazırladığı yemekleri görüyorum, bir de masaya hep bir not bırakır. Hep şöyle yazar “ Sihirli parmaklı anneden”. Ben parmaklarının sihirli olmadığını biliyorum ama hastaysam mesela sihirli elleri ile yaptığı çorbasından içerim, kokusunu özlersem, yanıma gelir, uyuduÄŸum zaman yanıma uzanır, uyuduÄŸumu sanır ama uyumam aslında.
Åžems konuÅŸtukça Kraliçe’nin etrafındaki buzlar yavaşça erimeye baÅŸlar, güneÅŸ yerine gelmiÅŸtir belki, Kraliçe çocuklarının üstünde eriyen buzlara bakar.
“Evet, haklı olabilirsin ama deÄŸilsen sende ülkene gitmeyip, burada benimle kalacaksın ve bana masallar anlatacaksın”, der.
Åžems, kendinden emin, Kraliçe ile çocukları Åžems, Rüzgar ve Su’ya doÄŸru yürüdüler. Kraliçe çocuklarına sarıldı, ne kadar uzun zamandır onlara gerçekten sarılmadığını farketti. Gözlerinden yaÅŸlar süzüldükçe, buzlar erdi, kalbi yumuÅŸadıkça, soÄŸuk durdu, soÄŸuk durdukça güneÅŸ geldi, güneÅŸ gelince çiçekler açtı, çiçekler açınca hayvanlar geldi, halk saklandığı yerden çıkmaya baÅŸladı, tekrar çocuk sesleri duyulduÄŸu sırada Su’yun sesi duyuldu-Anne! Sonra Rüzgar ve son olarak Åžems uyandı, annelerine sarıldılar, yürüyerek Sarı, Mavi ve YeÅŸil parkına gittiler, arkalarından Åžems ve Nell ile.
Kraliçe,” Åžemsss” diye uzun uzun sesleniyordu, Åžems arkasını döndü, annesi merakla O’na bakıyordu. Evindeydi, annesine sıkıca sarıldı, aÄŸaç evden aÅŸağı indiler. Sihirli parmaklarla yapılmış ıslak kek yanına sütlerini içtiler.
Peki, küçük kahraman senin annenin sihirli parmakları neler pişiriyor?
Nell : PiÅŸÅŸttt!